Geçtiğimiz mayıs ayında görülen ve mevsim ortalamasının çok üzerinde kaydedilen yağışların içinde bulunduğumuz haziran ayında da sürdüğüne şahit oluyoruz. Kamuoyumuzda hâkim ve oldukça yaygın olan kanı, “mevsimlerin kaydığı” yönündedir. Oysa bu görüş gerçekle örtüşmüyor.
Alışılmadık hava olaylarının başlıca nedeni, küresel ısınma olgusuna bağlı olan ve günümüzde “İklim Krizine” dönüşmüş bulunan iklim değişikliğidir. Ülkemizde olduğu gibi, bütün küresel ölçekte de yağış ve sıcaklık rejimlerinde gözlenen anomaliler “yeni normalin” göstergeleridir.
Beton ve asfaltla örtülmüş, plansız ve salt rant güdüsüyle şekillendirilmiş kent alanlarında, aşırı yağışların neden olduğu ve can kayıplarına varan büyük yıkım ve hasarlar gözleniyor. Kırsal kesimde ise tarımsal faaliyetlerde büyük maddi kayıplara yol açan olumsuz etkilerin meydana geldiğini izliyoruz.
Aşırı yağışların yol açtığı sellerin yol açtığı erozyon, binlerce yılda oluşmuş tarım toprağının aşınıp yok olmasına neden oluyor. Hasar ve kayıplar sadece fiziksel etkilerle sınırlı değildir.
Ülkemizdeki geniş bir coğrafyada, haziran ayında da süren yağışlar nedeniyle meyve bahçelerinde dalında çürüme ve kurtlanma yüzünden büyük maddi kayıplar meydana geldi. Tahıl alanlarında da ciddi ölçüde kayıplar söz konusudur. Tek ürüne dayalı meyve bahçeleriyle, geleneksel tarım ürünlerinin yetiştirildiği alanlarda ürün gamını çeşitlendirmek/genişletmek ve yeni uygulama modellerinin hayata geçirilmesi zorunluluğu bulunuyor.
Bir örnekle devam etmek gerekirse; son yağışlar nedeniyle, büyük ürün ve dolayısıyla gelir kayıplarının meydana geldiği kiraz bahçelerinde, ağaç sıraları arasında, tıbbi ve aromatik bitkilerin üretilmesine geçilebilir. Ürün gamının bu şekilde genişletilmesi karşılaşılan maddi kayıpların bir yıkıma dönüşmesini, sağlanacak ek gelirler vasıtasıyla engelleyecektir.
Bundan böyle mutlaka bir planlama çerçevesinde geliştirilerek uygulanacak yeni tarım modelleri neler olabilir? Öncelikle ve ilk olarak, altını çizerek tekrarla ve vurguyla belirtmek gerekiyor ki, daha önceki bir köşe yazımda da yer verdiğim üzere, “Planlama” bu bağlamda anahtar kavramdır.
Bu noktada bir tespitte daha bulunmak gerekiyor: İklim Krizi koşullarında, küçük tarım işletmelerini sürdürmek mümkün görünmüyor. Kırsal kesimin, veri koşullara uyum sağlayacak şekilde ve elbette ki bir planlama kapsamında yeniden örgütlenmesine gerek bulunuyor. Bu noktadaki anahtar sözcük ise “kooperatifleşme” ve “toplulaştırmadır”. Toplulaştırma kavramını bir örnekle açmak gerekirse, Hatay-Maraş depremi sonrasında kırsal alanların yeniden örgütlenmesi konusunu ele alabiliriz.
06 Şubat depremiyle bölgedeki pek çok köyün, ne yazık ki, yerle bir olduğu biliniyor. Kırsal yerleşimlerin ayağa kaldırılması, yeniden kurulması büyük öncelik taşıyor. Hasar gören köylerin aynı konumlarda yeniden inşası yerine, tektonik risklerin göreceli olarak daha az olduğu yerlerde kurulması aklın gereğidir. Köylerin yeni alanlara taşınmasıyla oluşacak yerleşim ağları, ekonomik bütünleşmeye yönelik olarak tasarlanmalıdır.
Buna göre; ortak, imece üretim faaliyetleri, ortak altyapı tesisleri (örneğin tarımsal ve besicilik ürünleri için depolar), küçük hayvancılık işletmelerinin ortak tesislerin çatısı altında bütünleştirilmesi şeklindeki hedefler gözetilebilir. Bu model, deprem bölgesi dışındaki diğer bölgeler için de geçerlidir. Havza planlaması anlayışıyla, toplulaşmanın ülkemiz ölçeğinde yaygınlaşması isabetli olacaktır.
Toplulaşma eksenli havza planlamasında, olumsuz çevresel etkilerin azami ölçüde giderilmesi, başta su olmak üzere, doğal kaynakların akılcı ve tasarruflu kullanımını da dikkate almak gerekiyor.
Tarım sektöründe İklim Krizine dayanıklı/dirençli yeni uygulama modelleri hayata geçirilmez ya da bunda geç kalınırsa, ufukta beliren ve küresel bir tehdit niteliğindeki “Gıda Krizi” ile yüzleşmek kaçınılmaz olacaktır. Kırsal kesimdeki tarım nüfusu, kendilerini artık idame etmeyen uğraşlarını bırakarak, kentlere göçü yegâne seçenekleri olarak göreceklerdir. Böyle bir senaryonun gerçekleşmesi uzak bir olasılık olarak görülmemelidir.
Nüfusu yüz milyona erişen ülkemizde kırsaldan kentlere yönelen göç; nüfus erozyonu olgusu, gıda kaynaklarının kıtlığı bir yana, çok büyük sosyal sorunlara yol açacaktır. Kısacası, varoluşsal önem taşıyan bir yol ayrımında bulunduğumuzu ileri sürmek asla bir abartı değildir.