Küresel ısınma kaynaklı iklim değişikliği olgusu, dünya üzerindeki bütün ekosistemi ve bu arada insanoğlunun varlığını da yok oluşun eşiğine getirirken, günümüzde bir iklim krizine dönüşmüş bulunuyor. Mevcut siyasi gerginlikler ve devasa çevre sorunları yetmezmiş gibi, dünyayı kasıp kavuran Korona salgınına bir de Ukrayna krizinin eklenmesiyle, yakın geçmişte bir gıda krizinin baş gösterdiği de görülüyor.
Dünyamızı adeta kıyametin eşiğine getiren küresel ısınma ve buna bağlı iklim değişikliğinin başlıca etkeni, birinci sanayi devriminden bu yana geçen yaklaşık 250 yıl boyunca, enerji üretimi amacıyla, geleneksel fosil yakıtlarının (kömür-petrol-doğal gaz) yoğun ve plansız bir şekilde kullanılması olmuştur.
Salt Türkiye ile sınırlı olmaksızın, bütün dünya genelinde, merkezi ve yerel yönetimlerin bundan böyle uğraşmak zorunda kalacağı bütün sorunlar, dolaylı veya dolaysız şekilde iklim krizi olgusu ile bağlantılı olacaktır.
“Kıyamete” doğru evrilmekte olan iklim krizinin önünü almak üzere, geleneksel fosil yakıtlarının yerini, temiz ve tükenmeyen yenilenebilir enerji kaynaklarının (YEK) alması gerektiği hususu herkesçe bilinen ve kabul edilen bir gerçektir.
Diğer taraftan, tarım ve hayvancılık alanlarında alışılagelmiş usul ve uygulamaların, iklim değişikliğinin yol açtığı olumsuz çevre koşullarında, bundan böyle geçerli olamayacağı da ortaya çıkmıştır. Mevcut, tarımsal üretim amaçlı arazi kullanım modelleri iklim değişikliği etkilerine karşı dayanıksızdır. Dolayısıyla söz konusu etkenlere dirençli yeni tarım ve hayvancılık modellerinin tasarlanarak ülkemiz ve küresel ölçekte hayata geçirilmeleri gerekmektedir.
İklim değişikliği olgusunun yol açtığı, giderek belirgin hale gelen, olumsuz hava koşulları; tarım, hayvancılık, su yönetimi, tarımsal ve hayvansal atıklardan enerji üretimi uygulamalarının bütünleştirilmesini zorunlu kılıyor. Sağlık ve eğitim bir yana, her ülke gibi Türkiye için de ekonominin iki alanı vardır ki, bu alanlardaki etkinliklerin mutlaka bir planlama çerçevesinde düzenlenmesi gerekir. Bunlar tarım ve enerji olup, yaşamsal öneme sahip bu sektörlerin piyasa güçlerine terk edilmesi düşünülemez.
Burada ele alınan konu bakımından, bir havza planlaması anlayışının, kırsal kesimlerdeki muhtelif üretim etkinliklerine yön verilmesi bakımından benimsenerek hayata geçirilmesi günümüzde kaçınılmaz hale gelmiş bulunuyor. Buradaki ana fikri açık seçik kılmak amacıyla bir örnekle devam etmek isabetli olacaktır. Örnek olarak Küçük Menderes havzasını ele alalım.
Son yıllarda bu bölgede hayvancılığın başat konuma geldiği biliniyor. Lojistik bağlamındaki maliyetler itibarıyla, hayvan yeminin yakın alanlardan temin edilmesine gerek bulunuyor. İdeal olarak, hayvancılık işletmesine komşu tarım alanlarında gerekli yem bitkilerinin yetiştirilmesi olası en iyi durum olacaktır. Şöyle düşünelim; protein, şeker ve bitkisel yağ bakımından zengin yem bitkileri, aynı zamanda elektrik, ısı ve hatta biyoyakıtların üretimi amacıyla da kullanılabilsinler. Hayvancılık tesisi ve yem-enerji bitkileri üretimi yapılan alanın bitişiğinde veya bunlara yakın konumda bir biyokütleden-enerji tesisi de yer alabilir. Dahası, yer almalıdır. Enerji tesisinde, tarımsal ve hayvansal atıklar ham madde olarak kullanılacaktır. Bu kompozisyon çerçevesinde; tarım, hayvancılık ve yenilenebilir enerji uygulamaları bütünleştirilmiş olacaktır.
Su yönetiminin bütünleşik uygulamaya eklemlenmesi ile başlı başına bir konu olan “Negatif Karbon Salımı” konuları bir sonraki yazıda ele alınacaktır.