Bilim insanlarına göre, 4,5 milyar yaşındaki dünyamızda, yaşama elverişli olan koşullar 4,3 milyar yıl önce oluşmaya başlamıştır. Dünyada yaşamın ortaya çıkışının ise 3,7 milyar yıl önce olduğu düşünülüyor. Yerbilimcilerin Prekambriyen olarak adlandırdığı en eski jeolojik çağın sonunda, yaklaşık 500 milyon yıl önce, mevcut canlı türlerinde çok büyük bir çeşitlenme meydana geldiği biliniyor.
Günümüze kadar uzanan süreç boyunca, dünyamız üzerindeki yaşam, gerek dünyada meydana gelen tektonik ve çevresel etkenler gerekse meteor çarpması gibi dünya dışı etkiler nedeniyle defalarca toplu yok oluşun, kitlesel çöküşün eşiğine gelmiş bulunuyor.
Büyük ölçekli çöküşlerinin ilki yaklaşık 440-445 milyon yıl önce meydana gelmiştir. 2020 yılında yürütülen bilimsel araştırmaların sonucunca, çöküşün yer küre üzerindeki yoğun volkanizma etkinliği yüzünden ortaya çıkan küresel ısınma ile buna eşlik eden, atmosfer ve denizlerdeki oksijen miktarının azalmasından kaynaklanmıştır. Bilim insanları, İlk çöküşün, o dönemde var olan canlı türlerinin yüzde seksen beşini ortadan kaldırdığını öne sürüyorlar.
Büyük ölçekli beş toplu yok oluşun meydana geldiği biliniyor. Sonuncusu, bundan 65- 66 milyon yıl önce, büyük bir meteorun Meksika- Yukatan yarımadası yakınına düşmesi sonucunda meydana gelmiştir. Beşinci çöküşle birlikte dinozor türlerinin tamamıyla, o dönemde mevcut bütün canlı türlerinin en az yüzde yetmiş beşi yok olmuştur.
Anlaşılan o ki, insanoğlunun ortaya çıkışını ve dolayısıyla varlığımızı, bu talihsiz kozmik kazaya borçluyuz (!) Anılan meteor çarpması meydana gelmemiş olsaydı, büyük olasılıkla, canlıların evrimi tamamen farklı bir gelişim çizgisi izleyecekti. Kim bilir; kazaya uğramamış dünyanın günümüzdeki hâkim türü, evinden çıkarken saçlarını taramak yerine, belki de pullarını parlatacaktı (!)
Kötü haber şu: Altıncı büyük çöküşün eşiğindeyiz!
İklim ve çevre bilimcilerinin büyük çoğunluğu, yeni bir küresel yok oluşla yüz yüze bulunduğumuzu bildiriyorlar. Bu defaki büyük çöküş tehdidi, küresel ölçekli, örneğin süper volkan patlaması gibi tektonik riskler veya dünyaya yaklaşmakta olan devasa bir meteordan kaynaklanmıyor. Risk, bizzat insanoğlunun eylemlerinden doğmuş bulunuyor. Şöyle ki:
Buhar makinasının icadıyla sembolize edilen Birinci Sanayi Devriminin başlangıcı olarak kabul edilen 1750’li yıllardan bu yana, insanoğlu, doğanın kaynaklarını, kör bir kazanç ve sahip olma güdüsüyle pervasızca tüketmiştir ve hala buna devam etmektedir. İnsanoğlu, son 250yıllık süreç boyunca doğanın bir parçası olmaktan çıkmıştır. Dahası, insanoğlu, günümüzde adeta doğanın düşmanı haline gelmiş bulunuyor.
Doğa dışı “kapitalist” insanın kurduğu uygarlık, esas olarak kömür-petrol-doğalgaz, diğer deyişle geleneksel fosil yakıtlarının hesapsızca tüketilmesine dayalı bir uygarlıktır.
Her geçen gün artan enerji gereksinimini fosil yakıtları kullanımıyla karşılamaya girişen mevcut egemen sistem, Küresel Isınma sürecini ivmelendirmiştir. Son buz devrinden bu yana, doğal süreçlere bağlı olan, sera gazı konsantrasyonundaki artış, fosil yakıtlarının yoğun kullanımı yüzünden ivmelenmiş bulunuyor. İnsan edimlerinden kaynaklı küresel ısınma olgusu İklim Değişikliğine yol açmış bulunuyor.
Günümüzde İklim Krizine dönüşmüş bulunan iklim değişikliği olgusu, insanlığın günümüze kadar karşılaştığı en büyük varoluşsal tehdit haline gelmiş bulunuyor. Söz konusu tehdit, merkezi yönetimlerin aldırışsız, vurdumduymaz tutumları yüzünden her geçen gün büyümektedir. Birleşmiş Milletleri çatısı altında oluşturulan Taraflar Konferansı (COP), iklim zirvelerinin yirmi sekizincisi, önümüzdeki günlerde Dubai kentinde düzenleniyor. Ne yazık ki, COP etkinliklerinin 27 yıl geçmişe dayanan geçmişi boyunca, iklim değişikliği olgusuyla mücadele konusunda hemen hiçbir etkili önlem hayata geçirilememiştir.
Görünen o ki, insanoğlu adeta bir “intihar” itkisiyle davranıyor!
Doğa bilimciler, geçen her on dakikada, bir canlı türünün ortadan kalktığına işaret ediyorlar. Kuzey Buz Denizini çevreleyen sürekli donuk topraklar (permafrost) çözülüyor! Atmosferde mevcut karbon dioksit miktarını azaltmak doğrultusunda projeler tasarlayıp, bunları küresel ölçekte ve ivedilikle hayata geçirmek zorunluluğu bulunuyor. Permafrost çözülmesinin önü alınmazsa, binlerce yıldır donmuş toprak tabakalarında kış uykusunda bulunan onlarca çeşit virüs ve bakterilerin uyanacağı ve dünyaya yayılacağı bilinmektedir.
Olası yeni hastalıklara karşı bağışıklığımız bulunmuyor. Olasıdır ki, uyanacak virüs ve bakterilerden kaynaklanacak hastalıkların bazıları Koronadan daha tehlikeli ve ölümcül olabilirler. Son derece vahim ve somut bir tehlike kapımızdadır. Ne yapılabilir?
Bunu izleyecek yazımızda bu konuyu ele alacağız.