Bedenimize, “beynimizin ihtiyaç uzantısı”, demiştik.
Organlarımız bedenin dış dünyaya ve kendine yönelik; fakat “siyah- beyaz” şeklinde olmayan ihtiyaç gidericiler şeklinde ayrılmıştır.(1) Biçim ve görevler; koşullara, ihtiyacın konusuna, miktarına göre; bazısı eş güdümlü, bazısı geçişli- sıra özneli kılınmıştır. Beynimizin varlığını sürdürme amacı, uzantıları ile sağlanıyor. Bu organlardan bir kısmı kısa, diğer kısmı uzun süreli ‘görevler’ üstlenmiş.
Saçlarımızın, tırnaklarımızın kesilse de uzaması, beynimizin sınırsız var olma ‘niyetini’ anlatıyor. Diğer yandan dişlerimize iki ‘hak’ tanımış; biri ‘deneme’ kabilinden süt dişler, diğeri çürümelerini önleyemediğimiz ‘kalıcılar’. Beynimizin “olsa dükkân senin!” diyeceği gerekliliği, yine onun dolayımı olan teknolojik protezlerle gideriyoruz.
Bu ‘niyet’ derimizin hücrelerinde oldukça ‘aktif’; fakat zamanla onlar da yenilenmiyor. Beyin varlığımızın toplamı olan bedenin zinde kalması, zindeliğin sürmesi için beynimiz ‘elindeki olanakları’ en üst düzeyde kullanmayı elden bırakmıyor. Yenilenmeyi sağlayamadığı durumlarda, telafi edici kestirimler buluyor; bunları yaygın sinir ağı, bağışıklık ve üreme sitemi olarak sayabiliriz.
*
Kısaca iki hususa değindim:
Biri, ruhsal olanın gelişimi için daha alt düzeydeki maddi olana ‘mecbur’ edilmesi.(2) Yani ‘hava’ elementinin ‘toprak’ elementinde ‘eğitime’ başlaması. Diğer ifadelerle, eterik yapılı varlıkların, çürüyen etten bedenler giyinmesi. Profesörün diplomalarını terk ederek, yeniden ‘ilkokula’ yazılması.
Mezuniyetten sonra, tekrar başlangıca dönülürse, o başlangıcın bizim için’ ilk başlangıç’ olmadığını, yapanların anlayacağı durumdan söz ediyorum.
Başka bir anlatımla, sürekli araştırıp, okuyarak, deneyerek kendini geliştiren birisi; daha önce okuduğu kitapları tekrar okuduğunda, aynı kelimelerden, uğradığı aynı yerlerden daha gelişmiş düşünceler hasat etmesi çok yaygındır.
Diğeri, somut olanın, ruhsal olanı beynin kendi içinde keşfetmesi.
Bilim insanları beynin ayrıksı iki yarım küresini ‘uzay kâşifleri’ gibi araştırırken kendilerinden geçiriyor. Beynimizin aynı kafatası içinde görevsel ‘ayrılığı’ bilim insanlarına inanılmaz esinler sağlıyor. Onları birbirine bağlayan kemiksi köprü, rüya âlemi, uyanık durum ya da somut, soyut ikilisine temel oluşturuyor.
Beynin iki yarın küresini bağlayan köprüye, korpus callosum (sert cisim) deniyor. Yarım kürelerin sağ kısmı bedenimizin sol tarafını; sol kısmı sağ tarafını kontrol ediyor. Bu ‘çaprazlık’ genom merdiveni ile benzeşim arz ediyor. Sanırım bu, matematikteki toplama, çıkarma aşamasının bir üst düzeyi bölme, çarpa işaretlerine tesadüfi göndermedir.
Yarım kürenin sağ tarafı duygusal, sol tarafı somut duyum ve etki sağlıyor. Beynin her zerresi dikkate değer; fakat bu bağlamda ‘köprü’, “eşitler arasında birinci” (Primus inter pares) olanı olan somuttan yana yapıyor; aksi halde beyin ‘kendini inkâr’ etmiş olurdu.
*
Maddeci görüşün: “Somut soyutu ( özneyi /benliği) yarattı. Soyut olanı, maddi olan üretti.” İfadesi, mutlak değildir.
Bu ifade koşullu yargıdır. Bu ifadeden, “maddi dünyada, somuttan önce soyut yoktu” anlamı çıkmaz.
Bilindiği üzere mutlaklık, koşullara bağlı olmayan demektir. Bu takdirde maddeci görüşü, “somut kendi kapsamında soyutu var etti” şeklinde anlayabiliriz. Bu da maddecilik ile ruhçuluğu uzlaşmaz çelişiklik olmadığı anlamına gelir.
*
Düş ve sezgilerimiz, maddi olanaklardan mahrum umutlarımız, benliği oluşturan bedensel varlığımızdan kaynaklanıyor. Fakat her şey bu kadar ‘kısıtlı’ değil; dahası bu kadar kasıtlı oluşmadık.
Yüzlerce yıldır bilim insanları bedenlerimizde olup biteni anlamaya, hastalıkların sebeplerini bulmaya, çözmeye çalışıyor.
Bu uğraş sonsuz bir alan gibi görünüyor. Her öğrendiğimiz, çözdüğümüz konu, devamında bizi farklı katmanlara sevk ediyor. Yöneldiğimiz yer, yine olasılıklar diyarı. Yine yıllarca deneyler yapılarak oradan ‘çıkışlar’ aranıyor. Öyle zamanlar geliyor ki ulaşılan katman ‘son’ sanılıyor; fakat değişen koşulların değiştirdiği ihtiyaçlar, sorunlar, o ‘sonu kabul etmiyor.
Laboratuvarlarda mikro düzeyde ‘çalınan kapılar’, daima farklı biçimlerde ‘çalınmaya’ devam ediyor. “Olmazlar, oluyor; farklılar bütünleşiyor.” Önceki bulgulara dayanan tarifler, çocukluğumuzun dünyasındaki anılara dönüşüyor.
İç organlardaki bakteriler, zamanla ‘iltica’ ettiği organ ile uzlaşıp, yeni istilacıları önlemek için devşirme çocukların Yeni Çeri’ye dönüşmesine benzer şekilde bağışıklık ordusuna yazılıyor. (3) Apandisit ve denizyıldızının böyle ‘iltica’ organ(izmas)ı olduğunu, hatta bu savı ileri süre biyoloğun zamanın bilim topluluğunca uzun süre ret edildiğini, kendisinin ölümünden sonra savının başka şekilde kanıtlandığını ve yokluğunda ismine Nobel ödülü verildiğini okumuştum.
Açıklamalar:
(1)“Siyah beyaz”, yaygın olarak zıtlığı ifade eder; somutluğun detayında öyle olmadığı; geçişli, kontraslı olduğu görülür. Gün ışığının nesneleri aydınlattığı değişen açılar, gördüğümüzün etkilerinin bizde değişmesi gibidir. Kısaca ‘siyah-beyaz’ koşulların etkisi sebebiyle yanlışa yol açan görüş ve durumdur.
(2)Mecburiyet; Arapça cebir/sentez, üstünlük (i)kaynaşmış kemik (ii) zorla bir araya getirilmiş. Zorunluk;
Farsça zur, Türkçe zor kökünden ‘güç, kuvvet’ anlamı taşıyor (Nişanyan). Cümlede, “koşulların iyileşmesi için onları alt edebilecek yeni koşullara ulaşma, yol alma gerekliliği” olarak kullanıldı.
(3) Simbiyotik ilişki. Bakteriler genel olarak hastalık yapan patojenlerdir. Oysa insanlar, bakterilerle ortaklaşım(simbiyo; eski Yun.birlikte yaşam) denge ile yaşar. Bu İbni Haldun’nun “göçerlerin yerleşiklere hâkimiyeti” tezini andırıyor. (Turnbaugh,PJ.;Ley R.E.;.. “The Human Microbiome Project.” Nature 449:804-810)