Film uzun olduğundan çıkarımlarımı da iki yazı ile paylaşmak zorunlu oldu. Umarım yararlı olur.
Sinema
Geçen gün, birincisinden on üç yıl sonra vizyona giren, George Camero, Jon Landau ikilisinin yönettiği; David Valdes Richard Banehau'nun uygulayıcı yapımcılığını üstlendiği, altı kişilik öykücünün kaleme aldığı, epik bilim kurgu Avatar2 filmini sinemada izlemeye izledim.
Rahmetli babam gündüzleri matbaada, geceleri muhtelif sinemalarda makinistlik yapması; kardeşlerimle ona özlemlerimizi sinemaya yanına giderek gidermememizin yanında onlarca filmin zihnimize nakşedilmesi, bunun da empati (duygudaşlık) yönümüzde derin kanallar açılmasına sebep olduğunu şimdilerde bu tür vesilelerle daha iyi anlıyorum.
Sinema, normal algımıza saniyede 24 karenin akışı ile ulaşan kurgu yansı sanatı. Son iki yüz yılın en büyük zihin etkileme silahı; ötesi, empati geliştirme ögesi. Sinema tutkunlarında empatinin gelişmiş olduğunu düşünüyorum. Öyle ki filmlerde tanık oldukları yaşamlara zihinlerinde bağlantı ilmikleri oluşturuyor. Gerçekleşmeyen niyetlerimiz gibi acı ve sevinçleriyle bilinç altımızın raflarında yerlerini alıyor. Tabii bu kolaylık, hızlı yemek türüne indirgenmemeli. Ne yazık ki küresel salgın döneminde milyonlarca insan kapanmak zorunda kaldıkları evlerde, çevrim içi filmlere yönelerek bu sanat dalında obeziteliği ortaya çıkardı.
Hızlı okuma, hızlı yemek, hızlı yürümek, hızlı konuşmak… Bunlar, insan yığınlarının şehir yaşamlarında ayakta kalmak için köklerindeki toplayıcı, avcı güdüsünü hem türüne karşı kurnazlık ve rekabete dönüştüren modernizmin dayatmaları. Hazmetmek, tadını almak, tadını damağında tutmak, zihnin kabul kısmında misafir etmek, lezzete özen göstermek, yaşamayı turnikeye dönüştürmemek; bütün bunlar sakinlik diyarında kaldı. Bedenin yaşlanıp hareketlerin yavaşlamasıyla kaçırılmış hoş deneyimleri geri çağırıp yaşayamıyoruz; namazın kazası yiten vakte ulaşmıyor. Kısaca sindirerek, kelimeler örüntüsünün ilmiklerine inerek okumak, konuşmak, izlemek, yürümek; misafir edildiğimiz an’ların sofrasında bereketi, lezzeti, hoşnutluğu yaşamaktı tabiatımız. Psikologların ‘ayırdına varmadığınız binlerce duyumsamayı beynimiz bilinç altımıza istifliyor’ hükmü; bana sinemanın farkına varmadığımız şeylerden daha hakiki izler bıraktığını düşündürüyor.
Filmin teknik yanından ziyade bende çağrıştırdıklarını paylaşmak istiyorum. Tabii bu yüz doksan dakikanın her karesini sindirmiş olmam anlamına gelmiyor. Fakat ‘tetikleme’ dedikleri bu tür uyarılar, uzun zamanlar atıl kalmış her şey ile bağımızı güncelleyebiliyor. Bu yüzden; filmin bende öne çıkardığı düşünceleri kısa beş başlık altında paylaşıyorum: Pandora, Melezler, Avatar, Suyun yolu, Seni görüyorum.
Pandora gezegeni
İki film ve devamları Pandora ismi verilen gezegende yaşanması; planlanan beş serinin tarih aralıkları, kelimesinin anlamına uyum sağlıyor. (1) Kurguda güneşimizden dört ışık yılı Alpha centuri A yıldız gezegen sisteminde bir uydu. Pandora ismi mitoloji kaynaklı. Eski Yunan efsanesine dayanıyor. Baş tanrı Zeus, kendisinden ateşi (bilgiyi) çalıp insanlarla paylaşan Prometeus’u cezalandırma planının öznesi. Pandora, yani bu tuzak ödül yaklaşımı, savaş stratejilerinde daima kullanılıyor. Süreç kısaca beş adımda ilerliyor:
Birinci adım; Promethous’un kardeşi Epimetheus ilk hedef olarak belirleniyor; tali hedef dolayımı.
İkinci adım; efsaneye göre Zeus’tan çalınan ateş, daha önce insanlara verilmiş; insanlar bununla esenlikli yaşam kurmuşlardı. Fakat bu çok sürmeyip Zeus tarafından tekrar geri alınınca; Prometeus’un vicdanı devreye giriyor.
Üçüncüsü, tuzak ödül. Zeus, o dönemde insanlığı eril olarak yaratmış; dişil kabiliyet bilinmiyor. O da insanlığa, balçıktan mamül olağan üstü güzellikte dişi Pandora’yı gönderiyor. Yanına bir vazo (yada kutu) veriyor. Matruşka bebeklerin köklerini burada görebiliriz. Varoluşçuluğu biçimleyen Jean Paul Sartre’nin farklı kimlikler alegorisi, çok yüzlülüğün neyi kaybettirdiğini anlatıyor.(2)
Dördüncüsü, Tuzak ödül ihtiyacın tam merkezine isabet ediyor; Epimetheus’un sarayına ve gönlüne giriyor. Ardından ikinci matruşka devreye giriyor. Panadora’nın dişil yapısı dışarıda belirsiz bırakma-maya kurgulu olduğundan; kaosun sıkıştırıldığı kavanozu (ya da kutu) açıyor. Kötülük dışarıya çıkıyor. Pandora tekrar kapağı kapatsa da dışarıya çıkan yeryüzünde kalıyor.
Beşinci adım; ‘kale içeriden fethedilir’. İçeride denge bozulunca, dışarısı içerisi gibi oluyor. Artık içeride “steril” ortam yoktur. Kaos, binbir biçimiyle her şeyde potansiyel ve zindedir. Sirayet edeceği yerleri de iyi bilmektedir. Diğer taraftan kavanozdan umut da çıkmıştır. Çoğunlukla yanlış yerde durmakta, kavanozun kapağını tutmaktadır.
*
Öyküde insanlık, 2148 yılına erişmiş fakat dünyayı yaşanmaz hale düşürmüştür. İnsanlık eski istilacı hoyratlığını artık dünya ötesi gezegenlere taşıyacaktır. Dünyayı devletler yerine şirketler yönetmektedir. Şirketlerin fonladığı ortak güvenlik müdahale güçleri sanayi ile eşgüdümlü çalışmaktadır.
Pandora gezegeni; tüm bakir görünüşü, rezervleriyle talancı şirketlerin iştahını kabartmış; filmin birinci kısmında tamamlanamayan istila, ikinci kısmında yeni yöntem ve teknolojiyle tekrar başlamıştır.
*
Bu gezegen özelliği içindeki varlıkla birebir duygusal (ruhsal) bağlaşık olması; gezegendeki canlıların yaşaması kendi gelişmişliğinin göstergesi. Onların sevinci, kederi, beslenmesi, ölümü; hepsi, gezegene ait görüntülerin birim pozları.
Bir dağ düşünün; önce lavlar cevheriyle yüksek sıcaklıkta yüzeye çıkıyor; çıktığı çevreye yayılıyor, birikiyor. Ardından binlerce yıl soğuduktan sonra dağlar, çukurlar oluşuyor. İçindeki cevher, mineraller atmosferin etkisiyle organizmaya dönüşüp, yüzeye giysiler biçiyor. Dağların üstünde ne varsa dağa dahil ve onunladır. Dünyamızda insanlık, dahil olmanın kıymetini giderek yitirmektedir. Bu süreç insanlığı hem çevreye hem de kendine karşı tedirgin etmekte, kaygı çukurları kazıp, içlerinde kaos birikmesine sebep olmaktadır. Gezegende dışta olan, insanın zihninde oluyor; bu aynanın ters etkisine benziyor.
*
Bu bağlamda; Leonardo Da Vinci’nin deyişini hatırlayalım: “insan, bakış açısını yeterince değiştirdiğinde, her şeyin birbirine olağan üstü bağlandığını görecektir.”
Pandora, kendi yıldız sisteminde bulunan gezegenlerle tekâmülünü sürdürürken; olası ihtiyaçlar ve riskler için içlerindeki cevherini ve üstündeki canlıların olanaklarını kullanıyor. Belki sergilediği cazip görüntü ile iştahını kabarttığı istilacı insanlığı kullanacak; çünkü akıl, insanlıkta tekel değil. Dünyamızın üstündeki hoyratlığa; iklim değişikliği, sert atmosferik olaylar, depremlerle cevap vermesi küresel bencilliğe ihtar olarak yetmez mi?
Pandora, bakir Amazon ormanları gibi ilelebet sakin kalamayacağına; dünyanın nasıl bir hale düştüğüne ‘çevrim içinden’ öğreneceğine; insanlığın onu gözüne kestirdiğini bileceğine göre gerekli hazırlığı yapıp, önlemler alacaktır. İşte insan nagi melez kartı burada devreye giriyor.
Melezler
Anlamı, kolaycılar için ‘kırma’; aslı, farklı ırklara mensup ana ve babadan doğan katışık veya karışık olan. (3) Bu başlık filmin çekirdeğinin ikinci katmanını oluşturuyor. Filmin birinci katmanında Pandora gezegeni var. Tabii gezegende oluşacak melezlerin sebebini Pandora’nın marifeti olduğunu bilelim.
Filmin birinci bölümde Jake, Neytri aşkını oluşturan koşulları, gezegenin daha somut ifadeyle ruhlar ağacının (4) Jack’ın avatarına yaptığı “kıyak” ile sağlandığını hatırlayalım. Gezegenin, yıldız kümesinin dışındaki gezegenlere yönelik saklamadığı(!) cazibesi, onun gelecekte olası riskli dönemlere karşı alacağı önlemlerle ilgili olmalı. Şunu biliyoruz; evren, bize göre bilinmez, dolayımlı etkiler üreterek gelişiyor.
*
Melezler, kaostan çıkış umududur; tıkanıklığın, çaresizliğin, yıkıcı hazlığın etkisini kıracak unsurlardır. Fakat mevcut açmazların oluşturacağı çukur ve setleri aşacak melezler kolay oluşmuyor; bu yolda çokça riskli, kötücül, eğreti durumlar oluşacaktır. Buna rağmen gelişim tıkayamayacak; koşullar yol açıcı melezleri ortaya çıkaracaktır.
Bütün öykü, dünyadan Pandora gezegenine gelen maden şirketi güvenlik ve arama görevlilerinin; hoyrat, talancı tutumları sebebiyle çatıştıkları Navi isimli halkı; yatıştırmak için eski asker jake Sully’in hayatını kaybetmiş ikiz kardeşine göre tasarlanmış navi avatarına bağlanması ile başlamıştı. Daha sonra Jake Ruhlar ağacının da yardımıyla taraf değiştirir; vicdanı bencil göreve tercih eder. İnsan Navi melezliği (innav) böyle başlar. (5)
Bu filmde melez Jake’in Neytri ile çocukları olur, Sully ailesi kurulur. Böylece gezegeni insan istilacılarının hoyratlığına karşı koruyacak nesil oluşmuştur. Bundan böyle Sully’lerin bileşkesi “aile kalemizdir” ritüeli olmuştur. Yine de ikinci istiladan bir yıl sonra işler karışır. Çünkü ikinci istila güvenliği komutası navi avatarlardan oluşmuştur. Şirketin Avatar projesini sekteye uğratan Jake’ı ortadan kaldırmak güvenliğin birincil görevdir.
Açıklamalar:
(1) Filmin senaryosu (öyküleme) kollektif çalışma ürünü; Cameron’un yanında Rick Jaffa, Amanda Silver, Josh Friedman, Shane Salerno üretişimi. Temel esin kaynağı Isac Asimov. Yapımcı, film dünyasında evrimin öncülüğünü yapıyor. Gösterime giren ikinci ile üçüncü aynı zamanda bitmiş durumda; üçüncü filmin gösterimi 2024’te planlanmış. 1500 sahifeyi geçen kurgu beş seri filmi tamamlayacak zenginlikte olduğu şüphe götürmez. Fakat teknolojinin gelişimi her zaman emeğe saygı göstermiyor; çünkü sermayenin içinde “fırsattan”, güçten doğan vebal var. Bu yüzden çevrim içi emek her zaman korsanlar tarafından kırılabiliyor. Hem teknolojinin yaygınlığından oluşan emek hırsızlığını önleme hem de gelişen teknolojik olanakları devam filmlerinde kullanmak için gösterim zaman ayarları yapılmış. Serinin dördüncüsü 18.12.2026; beşincisi 22.12.2028 gösterim için planlanmış.
(2) Jean Paul Sartre; bireylerin toplumsal ilişkilerde tutunmak için temas ettiği kişilerde bıraktığı izlenimlerin, kendine dayatılmasıyla farklı kimliklere büründüklerini, bunun en büyük modern yük olduğunu anlattığı çalışmasında önerdiği çıkış yolu; “kimseyi mutlu etmek için kimliğini değiştirme, kendin ol; ki kendine yabancılaşma çukuruna düşmeyesin.”
(3) Melez; Arapça, Farsça ve Akad dillerinde ortak kullanımda bir kelime. Eski Yunanca’da melas (siyah, koyu; uğursuz) kaynaklanma-mıştır. Arapça’da siyah eswed kelimesi kullanılıyor. İngilizce, Fransızca melange; dokularda renk fazlalığı, İngilizce melanism. Yine eski Yunanca melan(kara), kholi (safra); melankholia (karışık duygular, kara sevda); molos (toprak kireç karışık taş kırıntısı, yapı döküntüsü); melas (karışık, bulantılı su).Fransızca melasse (şekerli bulamaç); Anadolu’da maloz sözü de kullanılmıştır.
(4) Filmin birinci kısmındaki “Ruhlar Ağacı”, ikinci kısmında ‘Denizin Annesi” olarak işlev görüyor. Tıpkı bedenimizdeki şakralar gibi. Nasıl dünyamızda yedi fermuar yerküreyi dağların üstünde yüzdüğü magmaya karşı dengede tutuyor; nasıl yeryüzünde beta siklon alanlarında tapınaklar inşa edilmiş ise Pandora gezegeninde vicdanın yoğunlaştığı noktalar kurgulanmış.
(5) İnsan ve Navi birleşimi, filmin birinci bölümünün sonlarına doğru ormanın vicdanını temsil eden Ruhlar ağacı “eliyle”, Omatikaya klanının katıldığı ritüelle gerçekleşir. Yani Panadora’daki ilk melez, ruhani müdahale eseridir. Melez için innav kelimesini Sümer tabletlerinde geçen, dünyamızı 450 bin yıl önce ziyaret etmiş Anunnaki’lere ve dünya kızlarından doğan çocuklarına gönderme için kullandım.
Çok ilginç senaryolar