KORAY FEYİZ
Enver Ercan’ın düşünce ve şiirlerini keşfederek şiirin figüratifsel ortamını en açık ve net bir şekilde anlayabiliriz. Bu televizyon ve bilgisayar çağında şair-eleştirmenlerin bizleri şiirde devalüasyon ve sağırlığa şart koşmaları için izin verdik. Şair-eleştirmenler, sürekli olarak geleneğin şiirin yanı sıra insan tecrübesinin diğer biçimleri yoluyla da iletildiğini belirttiler; bu nedenle, entelektüel ve ruhsal farkındalık kazanmak için Ercan’ın figüratif şiirinin doğasını incelemeliyiz.
Enver Ercan’ın şiirinin belki de en temel ve en önemli fonksiyonu, okuyucudaki belirli bir uyarıyı uyandırmaktır. Duygu veya esin vermeyi isteyen şair hayal gücünü, zihin durumunu düzgün şekilde aktaracak bir yapı oluşturmak için kullanır. Özünde, kendisini ve okuyucuyu yakınlaştırmaya ve bir ilişki kurmaya çalışır. Ercan, şiirin deneyim birliğini ortaya koyarak tamamlama hissi verdiğini iddia ediyor. Ancak bu iddia, şiir için gerçekliğin doğa ya da doğanın bir yansıması olmadığı ancak tamamen orijinal bir yaratılış olduğu yönündeki önermeye dayanmaktadır. Buna ek olarak şiirin kapsamı burada daha fazla içerik göstermektedir.
Ercan şiiri, anlık görüntülere yaslanan ve kişisel olarak algılanan çentikli bir yolculuktur ve bu özelliği ile okuyucunun ilgisini çekmektedir. Ercan'ın kelimelerinin diksiyonu ve görsel sunumu yapaylığa direnir; onun şiirinin doğal ve bir Türk ritmi var, ortak insana toplu olarak çekici gelebilecek bir şekilde hitap etmesini biliyor çünkü. O, deneyimlerin evrenselliğini önermiş olan okuyucu ile kendisi arasında bir uyum yaratmış.
“Manzara Gülüşlü Kız” adlı şiiri başıboş bir coşkudan, samimi bir sesten oluşan hoş bir üslupla gerçekleştirilmiştir;
“öpüşmekte güçlük çeken bir kızdı işte/ üstelik düşlerimden ödü kopardı/ne zaman farlar geceyi çizse/ teni sakallarımda yanardı/ soruları rahatlatan bir yanıttı belki/ şimdi evde olsak/ ne güzel/ yatıp uyumazdık derdi/ev türkçesi ışırdı sesinde/dilime dolaştıkça sözcükleri/acıyı andıran bir anı artık/odamın şaşkınlığı bundan/düştutan akşam saatlerine/usul usul damlıyor zaman / gökyüzünde tuhaf bir başdönmesi”.
Ercan şiiri, çoğunlukla konuşma biçimindedir. Yukarıdaki dizelerde; şiirin başlangıcından itibaren yalnızca statik ve dekoratif bir yaratım olduğu için değil, şair ve okuyucu arasında bir iletişim olduğu için de çok okunan bir şiir olduğu görülecektir.
Enver Ercan şiiri çoğunlukla imgelemin, sözcük ilişkilendirmesinin ve ses kalitesinin kasıtlı olarak kullanılmasını sağlar. Gerçek anlamda Ercan şiiri, dil ve çağrışımsal anlamın “ayrıksı” özelliklerine güvenmesinden dolayı tercüme etmek veya anlamak için kötü bir iddia sahibidir ve ima, nüans ve sembolizm kullandığından yorumlanması zor olabilir veya çoklu yoruma ‘açık’ bir şiir bırakabilir. Karmaşık bir şiir olsa nadiren tek bir kesin yoruma sahip olacaktı ve bu anlam, okuyucunun yetenekleri tarafından belirlenecekti.
Buna göre; sahte şiirleri ayırmamız gerekir. Orijinal figüratif bir şiirin ayırt edici özelliği, zihinde üretilen psişik karışıklığı çözerek, zihni daha yüksek bir algılama boyutuna taşıma gücünü ifade eder.
Bu nedenle, sözcüklerin, seslerin, renklerin, formların, hareketlerin veya diğer öğelerin bilinçli üretimini ve/ya düzenlemesini, bir kişinin gerçeği ve güzelliği anlamasını ve deneyimleyebilmesini sağlayacak bir şekilde “figüratif şiir” terimini kullanmak zorundayım.
O halde, figüratif şiir terimi içine özel olarak yaratılan edebi örnekleri (nesir ve şiir), drama (sinema), resim, heykel, müzik, dans veya illüstrasyonu (resimli kitaplar ve web siteleri) dâhil ettim. Bir okuyucuyu daha yüksek bir bilinç hali kazanmak için güçlendirmenin ayırt edici kalitesidir bu. Bir şair yeni olasılıkları düşünmek, yeni kavramları anlamak ve figüratifsel deneyime katılabilmek için özel hazırlık yapmış olmalıdır. Hazır olmayan bir psikolojide figüratif şiir; cansız veya tuhaf görünür.
Bu makalede, Enver Ercan’ın metafizik şiirini nasıl tanımladığını keşfederek, figüratif bir şiirin ‘benzersiz’ özelliklerini inceleyeceğiz.
Şiirimizi aydınlatmak için kendimize hazırlanmanın bir parçası düşünceli ve dikkatli bir şekilde okuma becerisi kazanmaktır. Figüratifsel şiiri araştırmaya başladığımızda yalnızca bazı şiirlerin aydınlatıldığı inkâr edilemez olduğu için figüratif şiirin iki özelliği öne çıkıyor.
Aydınlatan şiir, hazırlanmış okuyucunun ruhunda bir karışıklığa yol açar ve kişiye artmış bir bilinç hali kazandırmaya yardımcı olur. Aydınlatıcı bir şair olmanın ve sanatsal üretimin bir yönünün parçası olan şey, belirli bir tezahürde daha yüksek, esin kaynağı olan bir şiirin takdir edilmesine ayırt edilme kabiliyetidir. Bir şiir objesi veya olayı, ancak takdir edici ve ayırıcı alıcılar tarafından gerçekleştirilir. Bu alıcılar şiiri kendisi içerebilir.
Ercan’ın “Geçtiği Herşeyi Öpüyor Zaman” gibi pek çok figüratif şiiri vardır ve bu şiir yalnızca ayırıcı bir okuyucu tarafından takdir edilmesi, anlaşılması ve beğenilmesi ile birlikte gerçekleşmiş ve tamamlanmış olacaktır.
Bu şiiri ve aşağıdaki üç şiiri seçtim çünkü kendimi şiir çizgisine yerleştirebiliyorum ve şairin neyi konuştuğunu anlayabiliyorum. İyi bir şairin ırk, cinsiyet veya yaş gözetmeksizin herhangi bir okuyucuya ulaşabileceğini düşünüyorum. Ercan, dili ve şiirlerinin yapıları ile inanılmaz bir beceriye sahipti ve şiirleri okurları doğrudan sandalyelerinden çekip yerlerine yerleştirebiliyordu. Gerçek şiirlerini okumaya başlamadan önce Ercan’ın tarzı hakkında öğrendiğim ilk şey sıklıkla birinci kişinin bakış açısını kullanmasıydı. Birçok şair-eleştirmen, şiirlerinin büyük çoğunluğunun kişisel deneyimlerine dayandığını tartışırken aynı düşünceleri taklit eder ve şairin kendisinden başka bir şeyle ilişkili olarak yaptığı hatırlamayı kullanır: Diğer karakterler, farklı deneyimler ve sanat eserleri aracılığıyla bile çocukluğunun birçok kez geri düşünme eğiliminde iken onlar açıkça kişisel ve bazıları neredeyse biyografik görünüyorlar çünkü şairin yaşı büyüdükçe geçmişini ve ailesini hatırlıyor. Bu şiir, genellikle onun için mutlu değildir ya da herkesin görebileceği bir kâğıt koymak kolaydır. Suçluluk, üzüntü ve acı hissi uyandırıyor gibi görünüyorlar. Şairin yazdıkları, içinde hissettiklerini yansıtıyor: Kimliğini kaybetmiş gibi sanki. Birlikte okuyalım:
Ercan, arzuları gerçekleştirme ve anlam taşıyan bir hayat için yaşama konusunu geliştirmek amacıyla mecazi bir dil kullanıyor. Mecazlı dilin neşeli ve kasvetli iki kullanışı vardır. Şiirin 2. bölümündeki figüratif dil mutlu ve sakindir. İkinci dizedeki metafor, “evler kenara çekilirdi” şairin hayata barışçıl bir son vermesi şeklindeki metaforudur. Aşk ve sevgi aracılığıyla hayatına anlam kattığı için serin de olsa odalar sevinç doludur ve şair bu yerlerde ‘sonsuzluğunu’ geçireceğini söylemektedir.
Ton, ritim, diksiyon ve figüratif dil, Ercan’ın hayatta arzuları tamamlama ve hayata anlam getirme konusunu hazırlamak için kullandığı aygıtlardır. Mutlu ve dokunaklı tonlar, arzuları tamamlamamak ve hayata önem vermemek gibi temanın belirli bölümlerini geliştirmek için birlikte harmanlanmışlardır. Ritim ve diksiyon, şairin ölmekte olduğunu ve onun tutumunun çok mutlu olmaktan ötürü depresyondaki bir insan gibi değiştiğini göstermenin yollarıdır da bir bakıma.
“2.
adımlarımıza uyardı bütün sokaklar
evler kenara çekilirdi
birden yağmur...
düşerdi peşimize
serin odalarda harfleri
aşk ederdik birlikte”
Gerçek bir kavrayışa sahip olmadan sadece Ercan’ın figüratif şiirinin sözlerini yerine getiren bir okuyucu, şiirini kendi deneyimleriyle bitmemiş halde bırakır. Egoizm ya da bilimsel çekim yoluyla okuyucu, şiire sahte ve yabancı anlamlar atıyorsa, Ercan’ın yarattığı gerçek şiire de tamamen benzemeksizin kendi tasarımında bir acemilik yaratır. Çok anlamlı, basamaklı özellikler ve derin figüratifsel boyutlar içeren gerçek şiir, Ercan’ın sanatsal yaratılışında ne bulduğunu keşfetmeye hazırlanan değerli ve seçici okuyucular tarafından kullanılabilir.
Ercan’ın bakış açısına göre şiir, en kişisel açıdan gerçeğe uygundur. Yalnızca şiir, gerçekliğin tekil unsurlarıyla ilgilidir; bilim, burada ve şimdiye dek özellik içermemektedir. Ercan, gerçekte şiiri canlı ya da cansız olarak düşünsek de şiirin insan ya da alt-insan olarak bir yönü vardır anlayışından yola çıkarak çözümlenmesi gerektiğini iddia etmektedir ve birçok akılcı açıklama biçiminin kısa tutulduğu ‘bireysellik’ açısından düşünüldüğünde ise insanların deneyimlerinin bireysel ve özel gerçeklerinin kendi içinde hiçbir önemi olmadığı halde göz ardı edildiklerine vurgu yapıyormuşçasına sanki bu dizelerinde:
“13.
bir yüzük verdi bana
hoşçakal sözcüğünden
yakarken ardındaki bütün harfleri
anlatmak uzun
kimbilir kaç yıl sürer daha”
Demektedir. Anlaşılıyor ki kelimeler dünyasında hayal gücü doğanın kuvvetlerinden birisidir. Hayalciliği figüratif olarak görmek ve onu yaşamın bir parçası olarak düşünmek, yapının boyutunu anlamaktır. Düşünmek, zihnin şeylerin imkânları üzerindeki gücüdür. Zihinde yaşıyoruz... [ve zihinde yaşarsak, hayal gücü ile yaşarız]. Zihin ne kadar ‘geniş’ olursa Ercan’da o kadar ‘şair’ olacaktır.
Ercan, hayatımızın amacı, kendimizi dünyanın dört bir yanındaki gerçek dışı gerçeklerden mümkün olduğunca uzak tutmak ve düşünceyle değil mantıklı olmayan nesnelerle bazı kavramları oluşturmak gerektiğini iddia ediyordu. Ercan, kendisini gerçeklerle iletişime geçtiğimiz gerçeklerin dünyasından kopararak sanki ‘olduğu gibi’ anlamında kendisini sadece kendisinin gerçekçi olarak tanımlayacağına inanıyordu. Ardından gelen dışarıdan bizi etkilediği gibi gerçeklerle temas kurmak, kendini aklımızın anlayışından tam olarak ayırmayan sağlam bir gerçeğe dokunabileceğimiz ve hissedebileceğimiz duygu olmaktadır.
Ercan, şiirin gizemi ve merakı için anlatılamayacak şekilde ifade edilemeyen yalnızlık hissinin kırıldığı ve bu kırılmanın zenginleştirildiği tamamen ötekisi olan bir şeyin şiir olduğuna inanmaktadır. O, nesnelerin bireyselliğine dayanan bir birlik olduğunu ve bu bireyselliğin rasyonel bağlantıların anlaşılmasından daha farklı bir şekilde keşfedildiğini iddia etmektedir.
Gerçek şu ki; Ercan’ın iddia ettiği gibi, asla “hayata karşı” bir gerçek değil bu. Neyin gerçek olduğunu görüyor şair ancak normalde farkında olduğumuz gibi değil. O bütünüyle benzersiz olan dokunaklı bir ilgi ile inceliğini kavramayı görüyor. Anlam bir farkındalık ve bir iletişim ama sıradan bir farkındalık değil bu, sıradan bir iletişim değil. Gerçek şu ki; şiirde Ercan otantik bir nota olduğunu düşünüyor; gerçekliği bilincimizle zorlayan ve yönetilmesinin ve ustalığının yapılmasını reddeden bir ısrarcılıktır bu. Şair, bizim için ‘gerçek’ değildir sadece kendimiz için ‘aracılık’ yapmaktadır. Bir şairin en üstün erdemi alçakgönüllülüktür çünkü mütevazı olanlar, kalplerinde gerçekten bulunan bir sevgiyle dünyayı dolaşanlardır.
Ercan; modern bir şair ve her şeyin üzerinde, bugünün şairinden başka bir şey olmak istemiyordu çünkü gerçek bir şair, kendi düşünce ve hisleriyle zamanının şiirlerinden başka herhangi bir zamanın şiirine benzeyen şeyleri bulmaya ve onu etkili bir şekilde ifade etmeye çalışır. İşte Ercan da bunu okuyucularına açıklamak istiyordu.
Enver Ercan şiirinin bu gücü; şairin ritmik sözcüğünü insanın kendi vizyonundan ve/ya dünya vizyonundan bağımsız olarak ifade edebilmesi için en yüksek konuşma biçimine getiriyor ve en derin tecrübenin bile yetersiz olduğu saf spiritüel farkındalığın kendisini ifade etmeye çalıştığında bir entelektüel olarak ve içgüdüsel olarak eğilip genellikle ritmik biçimler oluşturan ve neredeyse daima şiirin karakteristik konuşma tarzını içine alan ve içinde tamamen ifade edilemeyen şeyleri tema olarak temel alan şiirler ile ortaya çıkıyor. Fakat; Ercan şiirinin bu gücü, bu görüş ve konuşma biçimini, tüm deneyimlere en objektif şekilde genişletmeye çalışır ve bu nedenle nesneleri sadece dış görünüşlerinin ötesinde ifade etmek için doğal bir dürüstlük duyar; çünkü bu nesnelerin dış görünüşte tadını çıkaran ne varsa ve her şey haline gelse bile bu nesneler insanların konuşmalarıyla daima böyle olmadığını öğrendim.
Sözcüklerin gerçek ve canlı yaşamları kendi başlarına değildir ve sesimiz mekanik ve sofistike zekâlarımızdan daha da fazla bilinçlidir. Bu, muhtemelen ilk harekette amaçlanmamış bir dilin ilkel doğasından ortaya çıkmıştı ya da niyetimiz olmadığını söyleyebiliriz zekânın farklı düşünceleri için geniş ve belirsiz olan duygular ve duyular açısından zihinsel olarak çok fazla üzerinde durmamak gerekiyor çünkü onların içinde artık takip etmeyi ummadığımız minik tonları olan izlenimler de var ve bu nedenledir ki Ercan’ın duyarlılığındaki entelektüel duyu, gelişen ‘zekâ’ ile birlikte gelişen sözcüklerin sesinin kendi anlamlarına eşit bir seviyeye yükseltildiği ve aynı zamanda dilbilgisi ve sözdiziminin önemine eşit olduğu bir ‘dil’ olarak daha baskın bir duruma gelen ikincil bir unsur olmalıdır.
Bu yüzden Ercan şiiri, taşıdığı sınırlı entelektüel anlamın ötesinde sonsuz anlamların göstergesine ulaşmıştır. İlkel kelimeyle olduğu gibi sadece insanın yaşam öyküsünü değil, yalnızca o konuşmanın genellikle hizmet ettiği zekânın fikirlerini değil, daha geniş olanın söyleyebileceğimiz deneyimlerini, vizyonunu, fikirlerini de ifade eder Ercan şiirinin ruhu. Onu hayatımız için gerçek kıldığımız gibi, aklımıza sunmak da bu ruhun kapıları kelimesi ile bize açılmaktadır.
Ercan’ın, “Gök Yüzünü Çevir Bana” adlı şiirinde görüleceği üzere, şiirsel sezginin nihayetinde felsefe ve figüratif dili birbirine bağlayan tek vasıta olduğu görülüyor. Figüratif şiir, 1980’ler, 1990’lar ve 2000’ler şiirinin bir parçasıdır ve insanoğlunu ve doğal dünyasını yeniden keşfetmektedir. Bu yeni zihniyet kümesinde,
“bende bulduğun benim de aradığımdı/sarmaşıp inceldiğimiz o nokta/hadi tut elimden gezdir sokaklarını/ansızın yakalan sağnağıma/akşam kendini karartırken geliyorsun/komşular kimbilir ne diyor/günü soyunup beni giyiniyorsun/ parmakların ışıkları dinlendiriyor/gök yüzünü çevir bana/gezinsin tutkunun alevden dili/uçarken çıkardığın o ses var ya/bütün sözcüklerin özeti gibi/tanrı bu geceyi korusun”
dizeleri, doğal nesneler içinde daha yüksek bir özü temsil etmektedir. Bu, devrimci bir bakış açısıdır. Şair ‘gökyüzünden’ değil, sevgilisinin ‘gök yüzünden’ söz ederken, birçok bakımdan bu şiir, okuyucunun tipik olarak mecazi dil ile ilişkilendirebileceği şeylerden kopar ve onun yerine figüratif imgeler üzerine odaklanır. Şiir, fiziksel ve uzamsal bir perspektifle ortaya çıkarken, görünüşte basit olan iki insanın imajından, türlerinin diğerleriyle (dolayısıyla toplum/ kültür) karşı karşıya kalındığında daha yüksek bir amaca kavuşuyor.
Bu şiiri tanımlamak için metafor kelimesini kullanmak cazip gelebilir, bu çok sınırlayıcı gibi görünüyor sanki bunu sadece mizahı veya genel ifadeyi geçersiz kılacak şekilde çağırırmış gibi şiirin, insanların hayatları hakkında koşuşturmasıyla ilgili basit bir yoruma indirgenmesi olarak düşünebiliriz. Bu karmaşıklık ve şiir etiketleme tuzaklarına girmeden açık bir motivasyon gösterme yetersizliği tam da bu şiiri yapan şeydir. Hiçbir şey tutturulamaz ve şiirin eleştirel çalışmasında temelde iki önemli unsur olan basit ve sarkmamış dil ve kafiyeli şema kullanımı ile olası anlam ve yorum katmanlarıyla karşılaşıldığında şiirdeki imgelerin boyut ve kapsamını incelemek, şiirin kültüre ve kimliğe nasıl bağlı olduğunu belirlemek açısından önemlidir. Kültürün ve kimliğin birbiriyle ilişkili iken, yaşamın iki ayrı yönü olduğu gerçeğini göz önüne alırsak, “kimlik”, kültürün daha ‘küçük’ bir versiyonu iken, “kültür”ün ‘büyük resim’ olduğu açıkça görülür.
“Kirlibeyaz” adlı şiirin söz-dizimsel ve semantik özellikleri ise şairin aktarmak istediği bağlamın içselleştirilmesi açısından şiirin net bir şekilde algılanmasına yardımcı olmaktadır. Şiirin kafiye yapısı temizdir ve her dize bir sonraki ile mükemmel bir kafiye yapmaktadır. Dil ve görüntüler hiç de karmaşık değildir. Bu şiirin genel teması için bu özellikler çok önemlidir çünkü insanın kendisini temsil etmektedir.
“haylaz bir adamdan da başlanabilir sevmeye/tertemiz kâğıtlara mürekkep dağıtır da/sonra gelip yıkanır teninle/kara bir adamdan da başlanabilir sevmeye/upuzun yola düşse gece korkar da/sonra gelip sığınır gölgene/ucuz bir adamdan da başlanabilir sevmeye/tepeden tırnağa yağma durur da/hep ‘bi dostluk’ kalır geriye”.
Konuşma rakamları, harfi haricinde kullanılan kelimelerdir. Bu şiirde, Ercan hayat hakkında daha geniş bir açıdan bakmaya çalışmak için edebi aygıtları veya konuşma şekillerini kullanıyor. Örneğin şair, “…… bir adamdan da başlanabilir sevmeye” dediğinde “başlanabilir sevmeye” ifadesi, binlerce kez sevdikleri için gerçekten onları sevmediğini gösteriyor. Elbette, ifadenin tam anlamıyla onları tanıdık bir dönüm noktası olarak görüyor. Ancak şiir, durmak ve saymak için çok fazla zaman geçmiş olabileceğimiz bir sahneyi gerçekten görmek için zaman ayırdığında ortaya çıkan harflerin ötesinde bilerek farklı, daha derin bir figüratif dil önermektedir.
Aynı şekilde, kelimenin tam anlamıyla, “…… bir adamdan da başlanabilir sevmeye” dizesini tekrarlamak sadece bir kelime külfeti değildir: Şair neden bunu yapsın ki? Hattı zaten duydum. Bununla birlikte, bunun tekrarlanması edebi bir araçtır. Şairin bunu yapmak için herhangi bir sebebi de yoktur, ancak daha derin bir ‘hakikat’ anlatmaya çalışmaktadır. Hatları tekrarlar şair ve belki de güzel bir manzaradan ayrılmaktan ne kadar isteksiz olduğunu gösterir.
Ayrıca, belki de, hayatın en önemli anlarının daha “önemli” görevler arasındaki boşluklarda bulunduğunu vurgulamak için şiir, hikâyenin yalnızca yarısını anlatmaktır. Bir bütün olarak şiir, pek çok okuyucu tarafından mecazi hatta simgesel olarak görülüyor. Bu yolculuğun gerçek anlamının ötesinde ne temsil ettiğini kendimize sormalıyız. Bu hayat yolculuğu mudur, bizi hep böyle yöneten baskılar ve “kurallar” nedeniyle doğal dürtü ve arzularımızı sık sık sınırlamamız gereken bir hayat mı vardır? Şiir, karar verme, etik ikilemler, güzellik, görev, dürtü konularında önemli şeyler söylüyor mu? Başka bir deyişle, somut tecrübeyi anlatan yalın bir dile rağmen soyut ve felsefi meseleler hakkındaki şiir nedir?
Ercan’ın şiirinde metaforlar çoktur fakat şairin fiziksel ve duygusal tezahürat oluşturmak için kullandığı bir dizi edebi araç da az değildir ve her ikisi de şiirin konuşmacısı tarafından özellikle rahatsız edici bulunmaz.
Şiirin niteliği ve odak noktası, biçim ve dilin yalın güzelliğine dayanıyorsa, bu şiir de vardır ve ayrıca son mesajın derinliği söz konusu olduğunda eğer böyle bir şey varsa, bir şiirde bulunan şey, bu şiir de buna sahiptir ve okuyucuyu tipik perspektiften çıkarıp bireyin ve ardından okuyucunun ‘bütün’ü görmesine neden olmaktadır. Böylece Ercan’ın şiiri, sadelikte maskelenmiş büyük bir karmaşıklığın hedefine de ulaşmış oluyor.
Ercan’ın “Di” adlı şiirinin özü ise, gerçeklere özel bir bakış açısıdır. Örnekleri çoğaltmak mümkün.
“elim sana değse/diniyor gece/saçlarından başlıyorum/günü çözmeye /yüzüm sana değse/sürçüyor zaman/daracık odalarda /ben kâfir, sen Müslüman /dilim sana değse/uyanıyor sözcükler”.
Ancak deneyimlerimizi dikkatlice incelersek, nesnel dünyanın aslında bilinç içyapılarımız tarafından kısıtlanan çeşitli algılama tepe değerlerini kullanarak kavramaya çalıştığımız bilinmeyen, gizemli bir gerçek olduğunu keşfederiz. Gerçeklik dünyası, dalgalanma ve düşüncenin bir ürünüdür. Gerçekliğin ne olduğunu kavrayarak duyularımızı; fikir ve dilden etkilendiği gibi kullanarak, düşünce kalıplarımız tarafından mümkün kılınmış bir dünya inşa ederek algılıyoruz.
Efsane, sanat, dil ve bilim, sembolik olarak görünür; yalnızca bazı gerçeklere, öneri ve alegorik görüntüler yoluyla bakan figürler anlamında değil, her biri kendi dünyasını üreten ve kendine ait bir dünya yaratan güçler anlamında. Bu alanlarda ruh kendini, içtenlikle belirlenmiş bir diyalektikte sergilemektedir.
“Di” adlı şiir; diksiyon olarak, tekrar eden çizgileri ve blues şarkı sözlerini içerdiği için, blues temposuna ve blues müzisyeninin şiirindeki zihin durumunu okuyana aktarmak bakımından, blues’un hüzünlü tonuna ve temposuna sahiptir.
Şiirde, şair, şiirin temasını ve tonunu korumaya yardımcı olmak için çeşitli edebi özellikleri bir araya getirir. Ana tema, insanın insan hayatındaki önemi. Şiir, karışık duygulara rehberlik etmek, sevinç ve mutluluk ifade etmek, kişisel meseleleri tanımlamak veya öfke ve hayal kırıklığını ortadan kaldırmak için bir ‘araç’ olarak kullanılmaktadır.
Ercan, şiirinin bütününde blues müziğinin unsurlarını göz önüne sermektedir. Şiir, melodi ile ilişkili kelimelerle insanı anlatmak için kullanılır. Şair, yorgun blues tonunu söylediği için, müziğin sesi yumuşak bir mırıldanma olarak tanımlanır. Sanki; Riggy melodisi ve melankoli tonu; üzgün ve acımasız bir Enver Ercan şiirini tasvir ediyor.
Şiirde kullanılan konuşma dili okurların dikkatini çekiyor ve kullanılan diksiyon şairin toplumsal eğilimini vurgularken hayal kırıklıklarını da ayrıca vurgulamaktadır. Buna ek olarak, şiirin; görüntüleri de yoğun bir şekilde kullanıyor olduğunu da belirtmek isterim: “yüzüm sana değse/sürçüyor zaman/daracık odalarda /ben kâfir, sen Müslüman”.
Bununla birlikte, yazdıklarının her aşaması, fiziksel ölümünden sonra gerçekte ‘ruh’ kavramına atfedilen bir hayat olduğunu da göstermektedir. Ercan, her zaman ruhu bedenden farklı bir varlık olarak gördü. Dahası, bedensel vücut ölmek üzere kadim olsa da ruh kalıcı, arızasız ve varlığın bir yerinde bir yere gitmeyi üstleniyor nedense hep çünkü şairin bu anlayışının en tutarlı kısmı ruhun sonsuzluğa sahip olmasıdır.
Ercan’ın şiiri, sevgiden esinlenen şiirin evrende zorunluluğun çalışmasını askıya aldığını gösterir. Ercan’ın şiiri, hem insanın hem de tanrısal olan her şeyin doğasını kapsamlı bir şekilde araştırmaktır. Ercan’ın şiiri, hayalperestin durumu ile kutsal uyum arasındaki boşluğu kapatmak için ikna etme ve akılcı argümanlardan şiir kullanımına geçerek, şairin kendi ölümünün gerçeğini inkâr etmeyi amaçlamış olduğu hayalperest kaybının da gerçekliğini inkâr etmektir.
OKUMA NOTLARI:
Enver Ercan, “Eksik Yaşam” (1977), “Sürçüyor Zaman” (1988), “Geçtiği Her Şeyi Öpüyor Zaman” (1997), “Türkçenin Dudaklarısın Sen” (2014).